Hükmün, kamu ve aile düzeni cürümleri arasından çıkarılıp,
cinsel dokunulmazlığa yönelik suçlar arasında düzenlenmesinin, çok yerinde bir
düzenleme olmasının ötesinde, kadının cinsel istismarının, kamu ve aile düzeni
içerisinde ele alınmaması, kadının başlı başına bir birey olmasının gerekliliğini
de yansıtmaktadır.
Cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar arasında düzenlenen Türk
Ceza Kanunu’nun 102, 104 ve 105 inci maddelerinin, kadına yönelik şiddet
düzenlemeleri arasında değerlendirilmesi hukuken mümkündür. Zira, Türk Ceza
Kanunu’nun 102 inci maddesi ile, cinsel davranışlarla bir kişinin vücut
dokunulmazlığının ihlal edilmesi içeriğindeki haksız ve hukuka aykırı davranış
cezai müeyyideye tabi tutulmaktadır. Buna göre, cinsel davranışlarla bir
kimsenin vücut dokunulmazlığını ihlâl eden kişi, mağdurun şikâyeti üzerine, beş
yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacak, cinsel davranışın
sarkıntılık düzeyinde kalması hâlinde iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası
verilecektir.
Fiilin vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle
işlenmesi durumunda ise, ilgilisi hakkında, on iki yıldan az olmamak üzere hapis
cezasına hükmolunacaktır.
Kanun koyucu, bu fiilin eşe karşı işlenmesi halinde,
soruşturma ve kovuşturma yapılmasını mağdurun şikayetine bağlı tutmuş, mağdur
konumunda olacak eşin şikayetçi olmaması durumunda, re’sen kamu davası ikamesini
engellemiştir. Eşlerin aynı mekan içinde yaşamaları nedeni ile evlilik içi
tecavüz olarak adlandırabileceğimiz Türk Ceza Kanunu’nun 102/2-2 inci
maddesine, uygulamada çok fazla müracaat edilmeyeceğini söylemek, şikayet yoluna
başvurulsa dahi, bir süre sonra eşe yapılan baskılar neticesinde, şikayetin
geri alınacağını düşünmek yanlış olmayacaktır. Bu nedenle, hükümde yer alan
“fiilin eşe karşı işlenmesi halinde, soruşturma ve kovuşturma yapılmasını
mağdurun şikayetine bağlı tutmak” yerinde bir düzenleme olmamıştır.
Türk Ceza Kanunu’nun 104 üncü maddesi düzenlemesinde ise,
“Cebir, tehdit ve hile olmaksızın, onbeş yaşını bitirmiş olan çocukla cinsel
ilişkide bulunan kişinin, şikayet üzerine, iki yıldan beş yıla kadar hapis
cezası ile cezalandırılacağı” ifade edilmiştir. Bu hüküm, ergenlik dönemine
erişmemiş olan kişiyle, zorlama, baskı ve aldatma olmaksızın cinsel ilişkiye
giren kişinin, şikayet üzerine cezalandırılmasını öngörmekte, bu kapsamda, şiddet
ve taciz unsurlarının varlığı durumunda, ilgilisinin korunmasını amaçlamaktadır.
Kadına karşı şiddet düzenlemeleri arasında değerlendirebileceğimiz bir diğer
ceza hükmü ise, Türk Ceza Kanunu’nun cinsel taciz başlıklı 105 inci maddesidir.
Bu madde uyarınca, bir kimseyi cinsel amaçlı olarak taciz eden kişi hakkında,
mağdurun şikayeti üzerine, üç aydan iki yıla kadar hapis cezasına veya adlî
para cezasına hükmolunabilecektir. Söz konusu fiilin, çocuğa karşı işlenmesi
hâlinde ise, hapis cezasının alt sınırı, altı aydan başlayacak ve üç yıla kadar
uzanabilecektir. Cinsel tacizin; kamu görevinin veya hizmet ilişkisinin ya da
aile içi ilişkinin sağladığı kolaylıktan yararlanılarak ya da posta veya
elektronik haberleşme araçlarının imkanlarından faydalanılarak işlenmesi veya
aynı işyerinde çalışmanın sağladığı kolaylıktan faydalanılarak
gerçekleştirilmesi durumunda verilecek ceza, yarı oranında arttırılacaktır.
Ayrıca, tacizin, vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, koruyucu
aile veya sağlık hizmeti veren ya da koruma, bakım veya gözetim yükümlülüğü
bulunan kişiler tarafından işlenmesi halinde ya da teşhir suretiyle işlenmesi
durumunda da, verilecek cezanın yarı oranında artırılacağı yasa gereğidir.
Yasa koyucu, cinsel taciz nedeniyle mağdurun; işi bırakmak,
okuldan veya ailesinden ayrılmak zorunda kalmış olması durumunda, verilecek
cezanın bir yıldan az olamayacağını da hükme bağlamıştır.
Türk Ceza Kanunu’nun kadına yönelik şiddet düzenlemeleri
arasında değerlendirilebilecek en önemli hükümlerinden bir diğeri de, namus ve
töre cinayetlerine mütedair maddede toplanmaktadır. Ceza Yasası bugun 82.
Maddesi ile bu cinayetleri töre adına işlenen cinayetler kapsamında
değerlendirmekte ve nitelikli cinayet davaları olarak, uygulayıcılarının ömür
boyu hapis cezası almasını öngörmektedir51. Gerçekten de, Türk Ceza Kanunu’nun
kasden adam öldürme fiilinin nitelikli halleri arasında kaleme alınan 82 inci
maddesinin (k) bendine istinaden, töre saikiyle bir insanı kasden öldüren kişi;
müebbet hapis cezası ile cezalandırılmalıdır. Bazı kadın grupları tarafından, bu
hükmün yanlızca töre uyarınca işlenen cinayetlere atıf yaptığı, namus cinayetlerinin
geleneksel bir bağlam dışında da işlenebileceği gerekçesi ile hükmün
genişletilmesi gerektiği, bu meyanda namus kavramının da yasaya ilave edilmesi
gerektiği iddia edilmiştir. Buna karşın, 82 inci maddenin mevcut halini
destekleyenler, namus adına işlenen belirli bazı cinayetlerin (örneğin kızının
tecavüzcüsünü öldüren baba) otomatik olarak nitelikli adam öldürme suçu teşkil
eder nitelikte görülmemesi gerektiğini ileri sürerek, hükmün yerinde olduğunu
ve hükümde herhangi bir tadil yapılmaması gerektiğini savunmaktadır.
Öncelikle belirtiriz ki, töre saikiyle işlenen cinayetlerin,
müebbet hapis cezası ile cezalandırılması yerinde bir düzenlemedir. Zira, töre
saiki taşıyan kişi, cinayeti taahhüden işlemekte, cinayetin detaylarını planlayıp,
uygulamaya koymaktadır. “Kadınlar ve halihazırdaki aileleri törenin ahlaki düzenine
mahkum edilmiştir. Töre tümüyle kuşatıcıdır: Sadece kadınları değil –düzenin
bekçileri olarak- erkekleri de içine alan ve onların kendi aralarındaki
ilişkilerini belirleyen bir ahlaki düzendir. Namusun gözetilmesi bu şekilde
birincil toplumsal kaygı haline gel (ir) mektedir”
Töre cinayetlerinde önemli olan; toplumun ahlak ve günah
anlayışı ve toplumun düşüncelerine isnadla ailenin ve itibarının lekelenmiş
olmasıdır. Haliyle, ailenin, toplumun bakış akışına göre günahı olan kara
lekesi temizlenmeli, bu temizlenme de çok defa olayın mağduru olan kişinin
öldürülmesiyle, başka bir anlatılmla töre cinayeti ile sonuçlanmalıdır. Töre cinayetleri
ülkemizde özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu kesimlerinde yaygın olup, töre
saikiyle cinayet işleyenler, aileleri ve yaşadıkları toplum tarafından kahraman
ilan edilmekte, ailenin lekesini temizlemek suretiyle, ailenin başını yerden
kaldırmaktadırlar.
Bu algı ile töre cinayetleri son derece yaygınlaşmış, kime
ya da neye göre namus olduğu belirli olmayan ve sadece birkaç kişinin
düşüncesine göre namussuzluk olarak telakki edilen değer yargıları neticesinde
bir çok kadın ölümü gerçekleştiğinden, yasa koyucu TCK daki kasden adam öldürme
fiiline yeni bir düzenleme getirmiştir. Bu kapsamda, kamuoyunun sesi ve halkın
tepkileri de nazara alınmak suretiyle, töre saikiyle işlenen kasden adam
öldürme fiileri, Ceza Yasası’nda yapılan değişiklik sonrasında, müebbet hapis
cezasına tabi kılınmıştır. Töre cinayetlerinin faillerinin ömür boyu hapis
cezaları ile cezalandırılması, öldürülen mağduru geri getirmeyecek olmakla
birlikte, töre saikiyle cinayet işlemeyi düşünen kişiler açısından bir nebze
olsun caydırıcı etki sağlar ise, bu içerikteki kadına yönelen şiddetlerin
azalabileceği düşünülebilecektir. Ancak, sonucu ya da etkisi her ne olursa
olsun, töre saikiyle işlenen cinayetlerin, nitelikli adam öldürme kapsamında
ömür boyu hapis cezası ile cezalandırılması son derece yerinde ve doğru bir
düzenlemedir.
Öte yandan, töre ve namus cinayetleri ile bağlantı taşıyan
ve kadına yönelik şiddet düzenlemeleri arasında değerlendirilmesi gereken bir
diğer kurum da, intihara teşvik kurumudur. Türk Ceza Kanunu’nun 84 üncü maddesi
uyarınca, başkasını intihara azmettiren, teşvik eden, başkasının intihar
kararını kuvvetlendiren ya da başkasının intiharına herhangi bir şekilde yardım
eden kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacak,
intiharın gerçekleşmesi durumunda, kişi dört yıldan on yıla kadar hapis cezası ile
mahkum edilecektir. Türk Ceza Kanunu’nun 84/3 üncü maddesi düzenlemesinde ise
başkalarını intihara alenen teşvik eden kişinin, üç yıldan sekiz yıla kadar
hapis cezası ile cezalandırılacağı kaleme alınmış, 4 üncü fıkrasında ise,
“işlediği fiilin anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan veya
ortadan kaldırılan kişileri intihara sevk edenlerle, cebir veya tehdit
kullanmak suretiyle kişileri intihara mecbur edenlerin, kasten öldürme suçundan
sorumlu tutulacağı” hükme bağlanmıştır. Bu çerçevede, Türk Ceza Kanunu’nun 84/4
üncü fıkrasının, töre saikiyle işlenen kasden adam öldürme fiilleri ile
bağlantı taşıdığını söylemek de yanlış olmayacaktır.
Gerçekten de, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu
Bölgelerindeki bir çok ölüm vakıasında, ölüm nedeni esasında intihar olmamakla
birlikte, olay; ilgili birimlere intihar olarak yansıtılmakta, ancak yapılan
araştırmalar neticesinde, ölüm nedenlerinin bir çoğunun intihar süsü verilmiş, töre
cinayeti olduğu anlaşılmaktadır. Birçok olayda da, namus ya da töre cinayetinin
işlenmemesi amacıyla, aile üyelerinin, mağdur kişileri intihara teşvik
ettikleri görülmektedir. Bu kapsamda, Elife Atlıhan54 vakıasının örnek olarak
incelenmesi mümkündür.
Şöyle ki, Şanlıurfa’dan Elife Atlıhan 15 yaşındayken
kuzeninin tecavüzüne uğrayarak hamile kalmıştır. Elife’nin kuzeni yapılan aile
toplantısında suçlamayı reddettiğinden, Elife’nin annesi tarafından Elife’ye
bir ip verilerek namusunu temizlemesi söylenmiştir. Elife’nin erkek kardeşi,
kız kardeşinin intihar ettiğinden emin olmak için, sandalyeyi uygun şekilde ve
boyutta koyduğundan emin olup, odayı terk etmistir. 1 Mart 2003’te Mahkeme anne
ve erkek kardeşi cinayetten suçlu bulmuş ve onları ömür boyu hapis cezası ile
mahkum etmiştir. Tecavüzcü kuzen de tutuklanmıştır. Yargılamanın yapıldığı dönemde
yürürlükte olan Ceza Yasası’nın 51 inci maddesi, ciddi tahrik ile ilgili olarak
azaltılmış ceza verilmesini öngörmesine karşın, Mahkeme Heyeti, Cumhuriyet
Başsavcısı’nın önerisine bağlı kalarak, kurbanın tecavüze uğrayıp, hamile
bırakılmış olmasını da dikkate almış; Anayasa’nın namus ve töre cinayetleri
için ceza indirimini yasakladığından hareketle, söz konusu davada ceza
indirimini uygulamamıştır. Görüleceği üzere bu davada, insan hakları merkezli
bir yaklaşım sergilenmiş, kurallara sıkı sıkıya bağlı kalmak yerine, yasanın
boşlukları hakkaniyet ve insan hakları temelli bir çözüm ile tamamlanmıştır.
Yine, Van’lı Sevgül’ün55 vakıası da bu kapsamda
incelenebilecek bir diğer örnek arasında bulunmaktadır. Van’lı Sevgül, 1999
yılında, başlık parası karşılığında görücü usulü ile evlendirilmiştir. Pek
tabidir ki, kızın söz konusu evlilikte hiçbir rızasının, izin ya da icazetinin
olmadığı da açıktır. Sevgül’ün yaşı, yasal evlenme yaşından küçük olduğundan
resmi bir nikah yapılamamış, evlilik sadece dini nikahla gerçekleştirilmiştir.
Mayıs 2002 tarihinde Sevgül asılmış şekilde ölü bir halde
bulunmuştur. Olayın tanıkları, Sevgül’ün öldüğü tarihte, kocası ile Sevgül’ün
hararetli şekilde tartıştıklarını ifade etmişler, tıbbi kanıtlar da, Sevgül’ün
ölmeden kısa süre önce ciddi olarak fiziksel şiddete maruz kaldığını ortaya
koymuştur. Bu olayda, Sevgül’ün kocası cinayet iddiası ile tutuklanmış, fakat kısa
süre içinde cinayet suçundan ötürü salıverilmiştir. Zira, adli tıp uzmanının
raporunda, Sevgül’ün ölümüne bir başkasının ya da üçüncü bir kişinin neden
olduğuna dair kesin bir kanıt elde edilemediği kaleme alınmıştır.
Bununla birlikte, yargılamayı yapan Mahkeme, Sevgül’ün
kocasını saldırı suçundan tutuklamış ve Ceza Yasası’nda öngörülen üst sınır
olan beş yıl hapis cezası ile cezalandırmıştır. Sevgül ya da Elife olaylarını
çoğaltmak, bunları yenileri eklemek mümkündür. Ancak, önemli olan bu vakıaların
azaltılması ve sayılarının minimum seviyelere çekilmesidir. Dolayısıyla, somut
olaylar ve ülkemiz gerçekleri ışığında, TCK 84/4 üncü madde düzenlemesinin
yerinde bir düzenleme olduğu ve intihar süsü verilmiş eylemlerin çoğunun,
esasında, töre saikiyle işlenen nitelikli adam öldürme cürümleri arasında bulunduğu,
haliyle de bu kişilerin ömür boyu hapis cezası ile cezalandırılmasının yerinde
olduğu açıktır.
Keza, kasden adam öldürmenin nitelikli halleri arasında
düzenlenen TCK 82/g bendi düzenlemesinin de, yine, kadına yönelik şiddet
düzenlemeleri arasında değerlendirilmesi olanaklıdır. Zira, ilgili bend, kasden
öldürme suçunun üstsoy veya altsoydan birine ve kardeşe karşı işlenmesi durumu
dışında, eşe karşı işlenmesi durumunu da bu bend içerisine dahil etmiş, bu
bağlamda, ülkemizde yaşanan vakıalar da nazara alınarak, yasal düzenlemeler
biçimlendirilmiştir.
Kasden yaralama fiiline ilişkin TCK 86/2 (a) bendinin de
yine bu paralelde değerlendirilmesi mümkün olup, kasden yaralama fiilinin eşe
karşı işlenmesi durumunda verilecek cezanın yarı oranında arttırılması son derece
yerindedir. Türk Ceza Kanunu’nun eziyet ile ilgili cürmü düzenleyen 96 ıncı
maddesinin 2 inci fıkrasında da, yine eşlerle ilgili özel bir duruma yer
verildiği görülmektedir.
Bu bağlamda, TCK 96/2(b) bendine istinaden, eşinin eziyet
çekmesine yol açacak davranışları gerçekleştiren kişi, üç yıldan sekiz yıla
kadar hapis cezasına mahkum edilecektir. TCK 109/3 (e) bendinde de, hukuka
aykırı olarak, eşini bir yere gitme ya da bir yerde kalma özgürlüğünden yoksun bırakan
eşe, kişi hürriyetinden yoksun kılma cezası kapsamında verilecek cezanın bir
kat arttırılarak uygulanacağı kaleme alınmıştır.
Ayrıca, Türk Ceza Kanunu’nun 232 inci maddesinde düzenleme
altına alınan kötü muamele suçunun da kadına yönelik şiddet fiileri arasında
incelenmesi mümkündür. Zira, ilgi maddede, aynı konutta birlikte yaşadığı
kişilerden birine karşı kötü muamelede bulunma cürmü düzenlenmiş, bu içerikte hukuka
aykırılığı gerçekleştiren kişinin, 2 aydan 1 yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılması öngörülmüştür.
Yukarıda ana hatları ile incelediğimiz hükümlerden de
anlaşılacağı üzere, TCK’da kadına yönelik şiddetin önlenmesi kapsamında,
muhtelif düzenlemeler bulunduğu açıktır. Buna karşın, bu hükümlerin, kadına karşı
şiddetin önlenmesi konusunda yeterli düzeyde olduğunu söylemek de kanaatimizce
mümkün değildir. Herşeyden evvel, Türk Ceza Kanunu’nun 102, 104 ve 105 inci
madde hükümlerinde olduğu üzere, bazı suçların şikayete bağlı tutulması ve bu
bağlamda da kocasından ya da fiili gerçekleştiren kişiden korkan ve/veya
sindirilen kadının şikayetçi olmaması nedeniyle, sorumlular hakkında adli takip
başlamamakta, hukuka aykırı fiili işleyenlerin şikayet edilmesi durumunda ise
şikayetin geri alınması neticesinde, soruşturmanın devam etmemesi, kamu davası
ikame edilmiş ise de, davanın düşürülmesi neticesi ile karşılaşılmaktadır. Bu
durum ise, hukuka aykırılığı gerçekleştiren kişilerin yasal anlamda takipsiz
bırakılmaları ve cezasız kalmaları sonucunu doğurmaktadır. Aynı şekilde, Türk
Ceza Kanunu’ndaki diğer düzenlemeler de, kadına yönelik şiddetin tam anlamıyla
önüne geçebilecek mahiyette düzenlemeler değildir.
Sadece ölüm ya da ağır yaralama ile sınırlı tutulmaksızın, manevi
şiddet de dahil olmak üzere kadına şiddetin her türlüsü, ağır ve caydırıcı
cezai müeyyidelere bağlı tutulmalıdır. Aksi durumda, her gün bir yenisi ile karşılaştığımız
kadına yönelik şiddet vakıaları bitmeyecek, kadın şiddeti, her geçen gün
artarak devam edecektir.