12 Kızgın Adam’da jürinin
gözünden bakarken burada direkt olarak mahkemenin içindeyiz. Bu iki filmi de
izlemenizi tavsiye ederim, çünkü ikisi de unutulmaz olmalarının yanı sıra
enteresan bir şekilde birbirlerini tamamlıyor gözüküyorlar.
Film,
bir askerin karısına tecavüz edilmesinin ardından ona tecavüz edeni öldürmesi
üzerine kurulu. Muhafazakar bir Amerikan kasabasındayız, don lafını duyunca
utanan bir hakimimiz var, askerin avukatı sıradan ve tecrübesiz bir taşra
avukatı. Tecavüzün kurbanı ortam için hafifmeşrep kaçan ve bu nedenle tecavüz
iddiaları dahi çürütülmeye çalışılan güzel bir kadın, maktul ise bir dönem Kore'de
savaşmış bir asker ve mesleği dolayısıyla savcı tarafından öldürmeye aşina
olmakla suçlanıyor. Çok gerçekçi, siyah beyaz yok, herkes gri tonlarda.
Tecavüzün
cinayete motivasyon sağlayıp sağlamayacağı üzerinde duruluyor. İşlediği konunun
hakkını veriyor, bildiklerimiz ve gerçeğin arasındaki, bir sis perdesiyle
örtülmüş o boşluğu, tutku ve suçu, şehvet ve kıskançlığı, hepsine değinerek ve
hiçbiri hakkında kesin yargılara varmadan anlatıyor.
Genelde
ağır ve dramatik bir tür olan mahkeme filmlerini daha farklı, komedi
unsurlarını ön plana çıkararak akıllıca yazılmış diyaloglarla 2.5 saate güzelce
yayabilmiş bir film. Filmin pek çok yerinde hukuk sistemine göndermelerde
bulunuluyor, ama bunu yaparken didaktik olma durumuna düşülmüyor. Mesela hakim,
savcı ve avukatın bir odada toplandığı sırada Biegler’ın yani avukatın, hakime benzer bir kararı
göstermek için açtığı kitapta zokayı ayraç olarak kullandığı sahnede
"nasıl da yutturdum zokayı" mesajı verilmesi…
Doğru karar verebilmenin ne denli önemli
olduğuna, her durumda adil ve adalet dolu bir yaşamın gerekliliğine önem
çekiyor film. Adil olmaya çabalayan bir yargı düzeni ve bunun yanında
müvekkillerini sıkı sıkıya koruyan avukatları görmekteyiz. Filmden iyi
bir avukatınız varsa, en ağır suçtan en sağlam deliller ile yargılanıyor
olsanız dahi Amerikan hukuk sisteminde suçlu bulunmaktan sıyrılabilirsiniz gibi
bir okuma yapabiliriz.
Son
sahnesinde yer alan monolog, filmin kült haline gelmesinin nedenlerinden biri.
“On iki kişi bir odaya giriyor. On iki farklı beyin. On iki farklı yürek. On
iki farklı hayat. On iki çift göz, kulak… Farklı şekiller ve boylar. Bu on iki
kişinin bir başka insanı yargılaması bekleniyor. En az onlar kadar farklı
birini. Varacakları yargıda, isimsiz, tek bir beyin haline gelmeleri gerek.
Bunu becerebilmeleri, disiplinsiz insan ruhunun büyük mucizelerinden biri. Çoğu
durumda da doğru kararlar alıyorlar. Tanrı jürileri korusun.”
Merve Kılıç